Siem Reap ve tapınaklar


Advertisement
Cambodia's flag
Asia » Cambodia » North » Siem Reap
January 14th 2009
Published: January 14th 2009
Edit Blog Post

Singapur’a yerleştiğimizden bu yana yakın ülkeleri gezme kararımızı gerçekleştirmek için rotamızı Kamboçya’ya yönelttik. Bin yıllık tapınakların olduğu Angkor Wat’ı görme fikri beni heyecanlandırıyordu. Her zaman olduğu gibi ön araştırmaları yapan eşim uçak biletlerinin Malezya’dan daha ucuz olduğundan biletlerimizi Kuala Lumpur’daki ucuz hava yollarına ait hava limanından kalkış yapıp Siem Reap’a ineceğimiz şekilde aldı. Ben de kocaman sırt çantalarını hazırladım ve bir akşamüstü çıktık yola. Önce JB’ye geçtik. Buralarda Malezya’nın Singapur’a sınır şehri olan Johor Bahru kentine JB, başkenti olan Kuala Lumpur’a ise KL deniyor. Biz de Singapur’dan JB’ye geçip, otobüs firmasının yazıhanesine gittik. Bizi bir dolmuşla Larkin garajına götürdüler. Başladık beklemeye. 8:30’ da kalkacak otobüs 9:20’de kalktı. Bir Allah’ın kulu da kalkıp homurdanmadı. Biz de ne oluyor diye anlamaya çalışıp Çinli gence sorduk. Yeterince müşteri bulunamadığından bekliyoruz dedi. Dediği gibi de 9:00’dan sonra gruplar halinde insanlar geldi, otobüs doldu ve kalktık. Dünyanın bu tarafında mantık çok farklı işliyor.

Tahmin ettiğimiz gibi klimalar sonuna kadar açıldı ve otobüsün içi buzdolabı gibiydi. Ama önceden hazırlıklı olduğumuzdan gafil avlanmadık. Ta ki gecenin bir yarısı yolun kenarında otobüsteki tüm yolcuların indiği ve bizim de inmemizin gerektiğini anlayana kadar. Bizim gara gitmemiz gerektiğini söyleyip ne yapacağımızı sorduk şoföre. Şehir içi otobüs beklememizi salık verince ondan bir fayda gelmeyeceğini anlayıp indik. Taksicilerde akbabalar gibi hazırlıklı bekliyordu oracıkta. Bizim üstü başı düzgün Çinli çocuk taksiyi paylaşalım mı diye sordu bizde yapacak pek bir şey olmadığından kabul ettik. Bizi garda bırakıp yoluna devam etti. Gardan da “shuttle bus” denilen Air Asia bileti ile bedava olan otobüslere binip 1 saat uzaklıktaki havaalanına doğru yola çıktık. Havaalanı ucuz hava yolları için yapıldığından hiçbir lüks yoktu. Bursa otobüs garajından halliceydi. Uçağa binerken hava aydınlanmıştı, neredeyse tüm geceyi ayakta geçirdiğimizden koltuğuma oturur oturmaz gözlerimi kapattım ve uykuya daldım.

Siem Reap’e indiğimizde “visa on arrival” denilen havaalanından 20 USD verip aldığımız vize işleminden sonra adını hala tam olarak anlamadığım ama Ibrım gibi bir şey olduğunu tahmin ettiğim tuk tuk sürücüsü karşıladı bizi ve otele götürdü. Otel odayı satarken size havaalanından almanın da oda fiyatına dahi olduğunu söylüyor. Ama aslında sürücüye bir ödeme yapmıyor. Eğer sürücü sizi tavlarsa orda kaldığınız sürece tapınak gezilerini onunla yapıyorsunuz. Biz de otele varıp biraz dinlendikten sonra Ibrım’ı çağırtıp pazarlığa oturduk. O gün de dahil olmak üzere 3 günlük gezi için 45 USD’ye anlaştık. Bu arada Kamboçya’da USD neredeyse yerel para birimi gibi.

O gün güneşin batışını izlemek üzere tepede kurulmuş bir tapınak olan Phonom Bakheng’in kalıntılarına doğru yola çıktık. Yol üzerinde üç günlük biletlerimizi alıp üzerinde fotoğraflarımız olan giriş kartlarımızı boynumuza taktık. Bu biletleri korumak sizin sorumluluğunuzda, kaybederseniz veya ıslatırsanız sanırım yenisini alıyorsunuz. Biletler kişi başı 40 USD olduğu için biz naylon kimlik kaplarından satın alıp işimizi garantiye alalım dedik.
Tapınaklarda merdivenler bir hayli dik olduğundan buralar çok geç yaşlara kalmadan gezilmesi gereken yerler bana kalırsa. Tapınak bir hayli kalabalıktı. Asyalıların fotoğraf çektirirken verdiği değişik pozlara bakıp, onlardan fırsat buldukça bizde fotoğraf çektik. Kamboçya oldukça düz bir ülke. Tepeden baktığınızda gördüğünüz ucu bucağı olmayan bir yeşillik. Sieam Reap küçük bir şehir olduğu için gökdelenler de olmadığından gökyüzü ile birleşmiş yeşillik gerçekten huzur verici. Hava tam kararmadan aşağıya inmeye karar verdik. Bu çok doğru bir karar olmuş çünkü tepeden aşağıya inilen yol bir ormanın içinden geçiyor ve hiç ışıklandırma yok. Buralarda aydınlatma büyük bir problem, yeterli elektrik enerjisi yok ve sokak lambaları ki o da varsa ancak kendini aydınlatıyor.
İlk geceyi otelimizde geçirmeye karar verip Ibrım’a bizi otele bırakmasını söyledik. Otelde bahçedeki masalardan birine oturup pizza istedik. Pizzamızı beklerken bir anda Küçük Emrah’ın bir şarkısı çalmaya başlamasın mı, birbirimize şok halinde bakıp gülmeye başladık. Dünyanın bir ucunda, Türkiye’den çok farklı bir alemde sokak lambaları olmadan, toprak yollardan geçip ulaşılan küçük bir otelde kendi şarkısının çalındığını duysa herhalde Küçük Emrah’ın kendisi de bir hayli şaşırırdı.

Ertesi gün Ibrım bizi otelden alıp önce Angkor Wat’a götürdü. Bu tapınak gerçekten etkileyici, ana bahçenin etrafı suyla dolu bir hendekle çevrili, suyun üzerinde yüzün nilüferler de bu güzelliği perçinliyor. Tapınak yaşamı ya tam olarak çözülememiş ya da bizim elimizdeki kitap yeterince iyi değildi. Kütüphane olduğu söylenilen yerlerin aslında kütüphane olup olmadığının bilinmediğini yazıyor ve o dönemki yaşama ait bilgiler vermektense bu taraf bilmem kaç yüz metre, yükseklik şu kadar metre gibi bilgiler veriyordu. Tüm tapınakların önünde satılan ve fotokopilerinin oldukça ucuz olduğu bu kitabı almanızı pek tavsiye etmem. Angkor Wat’ın içinde gezerken bir Buda heykelinin bekçisi Buda’yı selamlayıp geçmemizi istedi. İyi dedik biz de selamımızı verdik, bağışımızı da (yönlendirmeyle de olsa 😊)yaptık geçtik. Aynı yoldan geri dönüyorum tek başıma yine aynı adam yine bir şeyler demeye başladı. “Aman yeter bir kere selam, eğil kalk taşın önünde bize ters bu işler amca” dedim. O da ben söylenince ısrar etmedi. Tapınaklardan çıkınca sağlam bir yağmur bastırdı. Birer kola içip üstü kapatılmış tuktuk da Ibrım’la lafladık biraz. İki çocuğu varmış. Daha çok çocuk istemiyormuş. Bu iş dışında pirinç tarlasında çalışıyormuş. Khmer rouge ve Vietnam işgalinden biraz laflayalım dedik ama çok bir şey hatırlamadığını, babasının bu savaşlar sırasında bir bacağını kaybettiğinden bahsetti bize.

Daha sonra Angkor Tom Bayon kalıntılarına gittik. Burası da bir hayli ilginç. Göğe uzanan prasatların dört bir yüzüne Hint mitlerinteki tanrıların yüzü inşa edilmiş. Buradaki din Budizm ile Hinduizm arasından kalmış, her ikisinden de etkiler taşıyor. Bu tapınakları gezerken buradaki bazı parçaların Kızıl Khmerler tarafından satıldığını bazı yerlerinde yıkıldığını öğrendik. Kendi tarihine ve değerlerine saygı göstermeyen bir rejim Kızıl Khmerler. Fil figürlerinin işlendiği saray duvarlarını gezip oradaki kalıntıların içinde de biraz dolaştıktan sonra Ibrım’la buluşacağımız derme çatma restoranı bulduk. Orda nasıl yemek yediğimizi hala anlamıyorum. Kadın bir elinde altı çıplak bebeğini tutup bir eliyle bizim yemeğimizi hazırladı. Ama yedik işte.

Duşumuzu alıp otelden çıkıp yürüyerek şehir merkezine geldik. Şehrin ortasında lüks bir alışveriş merkezi yapmışlar, onun önünde de festival dolayısıyla kurulmuş bir stantta bir orkestra çalıyordu. Bu Asya müziğini ben pek tutmadığımdan Pub Street’e doğru yola koyulduk. Pub Street iki yanı restoran ve barlarla dolu bir sokak. Bu işletmelerin sahipleri genelde Avrupalı olduğundan dekorasyon ve hizmet kalitesi çok iyi. Kendinizi başka bir alemde hissediyorsunuz. Fiyatlar da oldukça ucuz. Üst üste iki gece yediğimiz kremalı karideslerin tadı hala aklımda. Bu sokağın
Prasatlardaki yüzlerPrasatlardaki yüzlerPrasatlardaki yüzler

Angkor Tom Bayon kalıntıları
hemen yanında yerel restoranlarda var. Ama biz zaten İstanbul'da ve Singapur'da lüks denecek standartlardaki bu yerlere gitmediğimizden, hazır burada fiyatlar bu düzeydeyken tadını sonuna kadar çıkardık.

Akşamları yapılacak en iyi şey yemek içmek ve alışveriş. Kamboçya gerçekten çok ucuz. Ben hava biraz serin diye eşofman altıyla çıkıp sonra ter basınca yol kenarındaki bir kadından 5 USD dediği ve 3’e olmaz mı dememizle tamam diyen bir kadından 3 USD’ye bez bir pantolon aldım. Hala da seyahatlerimde giyiyorum. Sonra da Khmer Rouge ile ilgi bir belgesel izlemek için Night Market denilen yerdeki sinemadan biletlerimizi aldık ve koltuklarımıza yerleştik ( Khmer Rouge ile ilgili izlenimlerimi Phnom Penh sayfasında anlatacağım).

Banteay Serai denilen tapınak Siem Reap’tan bir- birbuçuk saat uzaklıktaki mesefade. Ama kesinlikle gitmeye değer, çünkü yol yemyeşil pirinç tarlalarının arasında dağınık haldeki köylerin içinden ilerliyor. İzlemesi zevkli bir manzara ve tuktuğun arka koltuğunda açık hava yolu zevkli hale getiriyor. Bu tapınak diğerlerine göre küçük de olsa daha ince işlemelere sahip ve iki tüccar tarafından inşa ettirilmiş ve görmeye değer.

Ardı sıra gezdiğimiz her bir tapınağın önünde meşrubat ve hediyelik eşya satıcısı çocuklar yerini almış. Hepsi de “nerden geldin, adın ne” gibisinden İngilizce biliyor. Herhalde onların gözünde kendileri dışındaki herkes İngilizce konuşuyordur. Tüm turistlerle İngilizce konuşan küçük kızlardan birine kaç yaşında olduğunu sordum. 16 deyince şaşırdım, daha 9-10 yaşında ancak gözüküyordu. Okulları sadece sabah 7:00’den öğlen11:00’e kadarmış. Okulda tarih, khmer dili ve çok az matematik dışında bir ders gördükleri yok sanırım. Belki de onların dünyasında daha fazlasına ihtiyaç yok, ama diğer yandan da bu bilgilerle o dünyanın dışına çıkma ihtimalleri yok.

Neak Pean tapınağının dışında küçük bir nehrin kenarında tek odalı, elektrik ve suyun olmadığı derme çatma kulübede yaşayan aile ise bir şehir insanından çok uzak bir boyutta yaşamını sürdürüyordu. Doğanın huzuru eliyle uzattığı bu topraklarda neredeyse hiç huzur olmamış; savaşlar, kolonizm, kızıl khmerler derken hep fakirlik, yoksulluk yer tutmuş.



Additional photos below
Photos: 14, Displayed: 14


Advertisement

Apsara DansçısıApsara Dansçısı
Apsara Dansçısı

Tapınakların duvarları bu dansçı kızlarla dolu


Tot: 0.063s; Tpl: 0.013s; cc: 10; qc: 45; dbt: 0.0368s; 1; m:domysql w:travelblog (10.17.0.13); sld: 1; ; mem: 1.1mb