BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM...


Advertisement
France's flag
Europe » France » Île-de-France » Paris
March 12th 2024
Published: April 9th 2024
Edit Blog Post

12 MART 2024 SALI

Teoman ın dediği gibi "Bugün benim Doğum günüm"..

78 koca yılı devirip 80 lik olma yolunda zorunlu adım olan 79 yaşına giriyorum..

Dünden oldukça yorulmuşuz biraz geç kalktık ..Kahvelerimizi ihmal etmeden bir şeyler atıştırdık ve yola çıktık ..

Yağmur berdevam ..Glaciere den istikamet Les Invalides..

Bu noktadan itibaren artık tipik Paris turisti olduk …

Paris şehrinin özlü sözü Latince şunu diyor :

"Fluctuat nec mergitur" yani "Sallanır ama batmaz" (Fransızca: « Il est battu par les flots sans être submergé »).

Bizdeki “hacıyatmaz “ diyebilirsiniz…
Şehrin armasındaki gemiyi ,yani “Scilicet” i anlatmak için kullanılır.
Bu gemi, Ortaçağ'da şehri yöneten güçlü "Gemiciler" (Nautes) ya da "Su tüccarları"nın kurduğu birliği sembolize eder.
Şehrin koruyucusu, 5. yüzyılda Attila'yı şehri yıkmaması için ikna ettiğine inanılan Azize Geneviève'dir.
Ulan Atilla'nın buralarda ne işi var.... o da ayrı bir konu ...”Az sonra” deyip devam ediyoruz …


Konu ilginç:

450 yılında O devrin Galya'sı şimdiki Fransa’sında imparator III Valentinianus baş rolde oynuyormuş..

Ablası Honoria’yı ne karşılığı olduğu bilinmez bir nedenle yaşlı bir senatör ile evlendirmek istiyor …

Honoria da az değil mühür yüzüğünü Attila’ya yollamış ..

Nasıl olduğu net değil.

O dönemde DHL falan yok..yüzük kaç ayda Attila’ya ulaşmış o da belli değil ..

Fakat Honoria mektubunda ,Attila’ya, Augustus olarak hitap etmiş..

Attila bu ifadeyi, gel “benim Augustus um ol “ diye yorumlamış …

Honoria ile evlenmek istediğini ve kendisine küçük bir çeyiz olarak Galya’nın verilmesinin hoş bir jest olacağını imparatora bildirmiş …

Ohaaa yani çeyiz e bak …Fransa…

Valentinianus bu haltları öğrenince, ablası Honoria’yı idam etmeye karar vermiş fakat annesi Galla Placidia, "aklını başına al" diyerek kızının sürgün edilmesini konusunda oğlunu ikna etmiş ..

Ve Valentinianus,Attila’ya “havanı alırsın” mektubunu yolluyor..

Attila “oraya da gelirim ……….”diye yanıt verince, 451 yılında Galya’ya dalıyor ..

Allah yarattı demeyip ,ne var, ne yok herşeyi yakıp geçince …

Sıra Paris’e geliyor.


İşte bu aşamada, Azize Genevieve devreye giriyor ve “dua “ ları ile şehri Attila’nın şerrinden ve hışmından koruyor ..

Bu şekilde ,Attila’nın burada ne işi olduğunu da öğrendik..

Bana pek inandırıcı gelmedi ama artık siz nasıl yorumlarsanız …

Peki buraya niye Paris diyorlar ?


Bildiğiniz üzere, Paris dedikleri ,bizim Çanakkale'li çoban kardeşimiz..
Eski Yunan efsanelerinde yer alan "Üç Güzeller" öyküsünün kahramanı
olan Paris,Truva Kralı Priamos'la karısı Hekabe'nin oğludur.
Paris, doğmadan önce annesi Hekabe korkulu bir düş görür.
Bu düşü kötüye yoran falcılar, doğacak çocuğun Truva'yı yıkıma uğratacağını söylerler.
Bunun üzerine bebek doğar doğmaz, babası Priamos onu bir uşağa teslim eder ve ölmesi için İda Dağı'na bırakmasını buyurur.
Issız dağda küçük Paris'in yabanıl hayvanlara yem olması işten bile değildir.
Ne var ki, çocuğu çobanlar bulur, alıp büyütürler.
Yakışıklı ve yiğit bir delikanlı olan Paris'in sonradan kim olduğu anlaşılır ve ailesi onu yanına alır.
Bir gün tanrılar kralı Zeus, Paris'i, Hera, Athena ve Afrodit adlı üç tanrıçadan en güzelini seçmekle görevlendirir.

Burada duracaksınız …Yani Koca Zeus ‘un bu işin organizatörü olarak Paris’i niçin seçtiği meçhul..şahsen ben biraz huylandım…
Ona, en güzel tanrıçaya verilmek üzere altından bir elma uzatır.


Yarışma duyulunca, anında “rüşvet” alır başını gider.
Tanrıçalardan her biri, kendisini seçerse Paris'e değerli bir armağan vereceğini söyler :
Hera, Avrupa ve Asya güzellik yarismasi krallığını; ( ne demekse ? bizim Erkan Özerman gibi bir şey )
Athena, Truvalılar'ı Yunanlılar'a karşı zafere kavuşturacak ordunun komutanlığını; (uyar)


Afrodit ise, direkt konuya girerek,Dünyanın en güzel kadınının aşkını vaat eder.
Sonunda Çanakkale
çobanı Paris,tabi ki , altın elmayı bizim Datça'lı Afrodit'e sunar.
Gönül bu, her yere konuyor ....
Afrodit,çöpçatan olarak Paris'i Sparta Kralı Menelaos'un Yunanistan'daki sarayına götürür.
Bu sarayda, dünyanın en güzel kadını ( kaç tane dünyanın en güzeli var ben şaşırdım ), Menelaos'un karısı Helen (Truvalı Helen) yaşamaktadır.
Kralın saraydan uzaklaştığı bir günü kollayan zamparanın önde gideni Paris, fırsattan istifade gözü dönmüş vaziyette ,Helen'i kaçırarak Truva'ya, babasının sarayına getirir.
Bu işe bozuk atan Yunanlılar, Helen'in geri gönderilmesini isterler.
Truvalılar yani eski Çanakkaleli'ler bu isteği yerine getirmeyince de Truva Savaşı çıkar.
Paris savaş sırasında Menelaos'a yenilmek üzereyken, Afrodit onun kaçmasına yardım eder.
Daha sonra Paris'in fırlattığı zehirli bir okla topuğundan yaralanan Yunanlı kahraman (Brad Pitt ) Aşil ölür.
Çok geçmeden ölümcül bir yara alan Paris'in de yaşamı son bulur.
10 yıllık korkunç bir savaş Truva'nın yerle bir olmasıyla sonuçlanmış,
Hekabe'nin düşü gerçekleşmiştir. Sözü uzatmamak için "Tahta At" durumlarına girmiyorum...Vaziyeti öğrendiniz..
Hep dram ...hep dram....
Bu filmin tamamı, bizim arazide geçiyor ama nedense ödülü Paris şehri alıyor ...

Paris ,18 bölgeden meydana gelmiş bir kent olup..merkez olan Etoile dan başlayarak bölgeler,salyangoz modeline göre içten dışa doğru sıralanmaktadır ..

Söylemesi ayıp, bendeniz Paris’i sayısız ziyaret etme şansına erişmiş bir kişiyim ama Svitlana ilk kez ziyaret edince benim, şehri tanıtma konusunda yardımcılık rolüm önem kazanıyor …

Anlatacaklarımı mümkün olduğu kadar kısa keseceğim …

Kahvaltıdan sonra, Glaciere den, İnvalides’e indik..Yağmur var ama burası malüm III Alexander köprüsü ..Seine nehri…büyük saray, küçük saray,meclis gibi zengin bir fon sunmaktadır ..Programa ilaveten Eiffel kulesi bile görülüyor …

İlk kez Paris ziyareti yapanlara ,Seine nehri kıyısında (sol yaka da ) Bateaux-Mouche ( sinek gemiler) şirketinin gemileri ile Seine üzerinde bir saatlik bir turu tavsiye ediyorum…

Gemide 4-5 dilde yayın yapılıyor ve ünlü köprüler ( III Alexander,Alma,Pont des Arts vs ) ve etraftaki önemli binalar ( Orsay müzesi, Tuillerie sarayı bahçesi,Louvre müzesi vs ) hakkında bilgi veriliyor ..

Hediyesi de makul bir fiyatta …kişi başı 15 E …

Bu tanıtım programından sonra , ünlü, Eiffel kulesini tavaf etme ve foto çektirme aşamasına varıyorsunuz …

Gençliğimin Eyfel kulesi, çepeçevre barikatlarla çevrilmiş artık eskisi gibi yeşilliklere yayılamıyorsunuz ..

Zaten ziyaret etmek isteyen bir milyon kişi sizin iştahınızı kesiyor …

Fransızların Demir Lady diye adlandırdıkları Eyfel kulesi ..Fransız devriminin 100 yılını kutlamak maksadıyla düzenlenen Dünya fuarına kalıcı bir güzellik katmak için düzenlenmiş bir proje anıt...

Yapımcısı Gustave Eiffel çok ciddi eleştiri almasına rağmen, proje gerçekleşti ve 330 m' lik kule, bugün Paris in tartışmasız sembolü haline gelmiştir…

Eiffel efendi, kulesinin modellerinin binlerce afrikalı tarafından turistlere satılmaya çalışılacağını öngörmüş olduğunu sanmıyorum…

Kulenin bulunduğu Champs de Mars'ı ( savaş tanrısı Mars’ın alanı) geçip Trocadero Meydanına eriştiğinizde, kulenin en güzel karelerinin çekildiği alana varmış olursunuz…

Önemli olan, bu meydanda, Paris için önemli bir cafe olan Kleber Cafe ‘de kahvenizi yudumlarken yorgunluğunuzu giderebilirsiniz..

Cafenin önündeki metro istasyonundan kalkarak Etoile meydanı ,Champs Elysees ziyaret edildi…

Etoile meydanı, 12 ana caddenin birleştiği nokta olması hasebiyle “yıldız “ diye adlandırılmıştır ..

Daha sonra, 70 li yıllarda ,Charles De Gaulle ölünce ayıp olmasın diye onun adını da meydana iliştirmişler …bana sorarsanız eğreti duruyor …

Ünlü Champs Elysees bulvarı, Etoile ile buluşan bulvarlardan birisi olup kadın milletinin Mekkesi olarak kabul edilebilir …

Ben Svitlana yı sık boğaz etmemek adına, serbest bırakıp yol kenarında MC Donalds cafesine oturdum…

Kadın, bu caddede yalnız olmalı ve kafasına göre keyfler yapmalıdır diye düşünüyorum…

Caddede fazla bir değişiklik yok ama Louis Vouitton ‘nun valiz şeklinde inşa ettiği dükkanını ilk kez görüyorum ..

Çok çirkin,çok materyalist ve çok reklamcı fakat çok etkileyici, kabul etmek gerek …

Son yılların markası Moncler’de caddede yerini almış …

Bistro Roman kapanmış …gerisi hep aynı…

Svitlana 2 saat gibi kısa bir zaman diliminden sonra dönünce, eve dönmeye karar verdik..

Yolda Glaciere 'den bir durak önce Saint-Jacques ‘ta indik ve Güzelce bir lokanta olan Le Cire ‘e daldık…

Menu isteyince kapı önündeki koca tahtayı getirdiklerinde koptuk..

Keyifli bir doğum günü yemeği oldu..

Yürüyerek evimize döndük …

Artık 79 yaşındayım ve bu acı gerçeği kabul etmeliyim…

Advertisement



Tot: 0.076s; Tpl: 0.02s; cc: 8; qc: 23; dbt: 0.0179s; 1; m:domysql w:travelblog (10.17.0.13); sld: 1; ; mem: 1.1mb