Advertisement
Published: December 18th 2008
Edit Blog Post
Puket’ten Bangkok’a geldiğimizde sabahtı. Hemen otele gidip eşyalarımızı bıraktık. Henüz odaya giriş yapamayacağımızı öğrenince şu ünlü alışveriş merkezlerinin olduğu bölgeye gittik. Alışveriş merkezleri de kapalı olduğu için haritada gördüğümüz büyük parkı aradık bulduk. Biraz orada oturduk. Bu Bangkok’ta dışarıda sakince zaman geçirebildiğimiz tek an oldu. Çünkü şehir çok kalabalık, kaldırımları seyyar satıcılar parsellemiş bu nedenle de yayalar yoldan yürümek zorunda. Tuktukcular ve taksi şoförlerinin sürekli nereye gideceğimizi sorması da belli bir süre sonra boğucu hale geliyor.
Bangkok’ta kaldığımız 3 gün boyunca İstanbul trafiğini arar hale geldik. Kırmızı ışıkta bekleme süresi 5 dakika, eğer ilk kırmızıda geçemezseniz 10 dakika sadece 1 trafik lambasının önünde bekliyorsunuz. Sabah 6.30 da trafik yoğunlaşmamışken 15 dakikada gidilen yol 11.00 de 1 saatte gidilebiliyor. Toplu ulaşım namına kullanılabilecek bir metro hatları var. Ama o metro hattına ulaşmak içinde üstgeçitlerden epey bir yol almak gerektiğinden biz taksicilerle taksimetreyi aç pazarlığına tutuşmayı tercih ettik. Taksi oldukça ucuz ve her yer taksi dolu. Zaten bu nedenle de trafik biraz böyle. Araç sayısını azaltmaktansa yolları çoğaltmayı bir çözüm olarak belirlemişler. Şehrin bazı bölgelerinde iki katlı yollar var. Bazı bölgelerde ise 3. kat inşaatları devam ediyor. Sokaklarda iyice boğucu hale gelmiş, kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz tek şey yol.
Bangkok’ta kaldığımız 3 gün boyunca
Grand Palace’ı, Wat Arun ve Wat Po adında iki tapınağı ve Kral 5.Rama’nın yazlık sarayı olan Teak Mansion House’ı gördük. Batı’dan gelen biri için oldukça farklı bir mimari. Genel olarak budizmdeki mitlerden esinlenerek yapılmış göğe doğru uzanan prasat adı verilen yapılar tapınakların genel özelliğini oluşturuyor. Uzanan dev buda heykeli yanında yüzlerce orta boy buda heykeli ile dolu tapınaklar. Sarayda ise mitlerde yer alan kuş kadınlar, aslan adamlar yanında çok değerli olduğu söylenilen zümrüt bir buda heykeli var. Sarayın içindeki tapınak sadece kraliyet ailesine ayrılmış.
Teak Mansion House ise Grand Palace’a göre çok daha mütavazi. Ama tik ağacı denilen oldukça pahalı bir ağaçtan yapılmış. Rehber kralın buraya yüklü bir miktarda para yatırdığını söylerken gülümsüyordu. Tayland’da şimdiki kralın (sanırım 7.Rama) ve kraliçenin her yerde dev fotoğraflarını görebilirsiniz. Kraliyet ailesine karşı gözle görülen bir sempati var. Bu Suriye’deki Beşar Esad resimlerinden daha farklı. Onun da fotoğrafları bir pop ikonu gibi sokakları süslüyor ama sanki daha çok gözüm üzerinizde mesajı veriyor.
Bir günde floating market’e gittik. Ama floating market yerel halkın alışveriş yaptığı bir Pazar olmaktan çıkmış yerellerin turistlere bir şey satmaya çalıştığı bir panayır yerine dönmüş. Tayland artık çok turistik olduğu için neredeyse her şey turistler için Disneyland’a dönüştürülmüş.
Yolumuz ünlü Kaosan Road’dan
da geçti. Backpacker denilen sırtına çantasını atıp mistik (!!!!) Uzak Doğu’yu görmeye gelenlerin burada görebileceği tek şey ucuz tekstil, 2. el lonely planet ve diğer gezi rehberi kitaplar, korsan cd’ler ve birkaç ucuz restorandan itibaret. “Abi kendimden kaçıyorum” diyorsanız yerinizi bulmuşsunuzdur 😊.
Lonely planet’in azizliğine uğrayıp Chinatown’a gidelim dedik. Ama biz birazda kendimiz kaşındık. Singapur gibi nüfusunun %70’i Çinli olan bir ülkede yaşayıp Bangkok’ta Chinatown’a gitmek fuzuli bir işten başka bir şey değil. Tayların alfabesi (Latin alfabesini kullanmıyorlar) oldukça farklı, bize öylesine çizilmiş şekiller gibi geliyor. Tabii sokakları bulmakta bu durumda oldukça zor oldu. Tüm bunlara rağmen bulduğumuz Çin pazarı 1 metre genişliğinde doğru dürüst aydınlatması olmayan bir sokak arası olarak çıkmasın mı karşımıza. Tam bir Lonely planet klasiği dedim kendi kendime. Abartılı tasvirler, yüksek beklentiler, hayal kırıklığı. Geri dönmeye çalışırken yağmurun bastırması, taksicileri bizim otelin olduğu bölgeye gitmek istememesi de işin tuzu biberi oldu.
Tayland’ın göz ardı edilemeyecek bir yanı ise seks turizmindeki liderliği. Sukumvit’teki Nana Plaza’ya gittiğinizde koca göbekli batılıların yanında Japonların ve sanırım son zamanlarda Çinlilerin yanlarında minyon bir Tay kızla ya mekânlardan çıktığını görüyorsunuz ya da yarı çıplak dans eden kızlara iştahla baktıklarını. Kızlar da bu durumu o kadar içselleştirmişler ki sanki bir kutu kola satıyorlar
bedenlerinin yerine.
Koloniyal dönemde bağımsızlığını koruyabilmiş tek bölge ülkesi olan Tayland kendini “Land of Smiles” olarak tanıtıyor. Gerçekten de özellikle Vietnam’ın kuzeyine göre karşılaştırdığınızda insanlar daha çok gülümsüyor, mizaçları daha mülayim. Vietnam ve Kamboçya’ya göre ekonomik olarak durumu daha iyi olsa da geri kalmışlık her yerde göze çarpıyor. Ama Güneydoğu Asya ülkelerini gezecek batılılar için yumuşak bir giriş yapma fonksiyonunu iyi yerine gietiren bir ülke.
Advertisement
Tot: 0.08s; Tpl: 0.013s; cc: 14; qc: 48; dbt: 0.0462s; 1; m:domysql w:travelblog (10.17.0.13); sld: 1;
; mem: 1.1mb