Advertisement
Published: June 13th 2016
Edit Blog Post
24 Ağustos 1989 - New York, Miami USA Aşk acısına ilaç olarak 22 yaşındayken Amerika'da "cruise" (yolcu) gemilerinde çalışmaya karar verdim. Kendi imkanlarım doğrultusunda hiçbir şekilde tanımadığım bir insana borçlanarak yollara düştüm diyebilirim. Tanımadığım ama isminin Yücel olduğunu bildiğim kişi beni New York'ta bekliyordu ve Türkiye'den getirdiğim Hürriyet Gazetesi'nden beni tanıyacaktı. Açıklamanaz bir şekilde tanımadığım bir insana kavuşmanın heyecanını yaşadım. Miami uçuşunu kaçırmıştım ve olmayan İngilizcemle ne yapacağımı bilemezken onun ağzından Tülay sesini duymak beni çok mutlu etmişti. Uçağım kaçmıştı, param yoktu ve ilk olarak ona ne yapacağımu sordum. O da beni aldı ve Panam Havayolları'nın danışmasına götürdü ve biletimi göstererek benim suçumun olmadığına ikna etti ve bir sonraki uçuşa hem bana hem de kendine bilet aldı. O anda o kadar mutlu olmuştum ki Miami'ye bir Türkle uçacaktım. Miami'ye geldiğimizde elimde olan 20 doları da taksiye ödedim ve o da çalışacağım şirketin bana ayarladığı otelde kendisine bir oda tuttu. Fairmont Hotel, Miami Beach'te küçük şirin sadece gemi çalışanlarının kaldığı bir oteldi. Yücel Bey, odama yerleştikten sonra onun odasına çıkmamı istedi çünkü gemide beni nelerin beklediğini anlatmak istiyordu. Zaten tüm taksi yolu boyunca özellikle gemide çalışan erkeklere karşı nasıl davranmam gerektiği konusunda bana nasihatler veriyordu. Odasına çıktığımda kapıyı belinde bir havluyla
açtı ve bana beni kapıda tutmamak için öyle açtığını söylerken ben içeri girdim çünkü ben üzerime hiçbir şey alınmamıştım. Ancak içeri girdikten sonra bana sarılmaya çalıştı ve ben de ona bana yol boyunca anlattıklarının doğrultusunda bir şeyler söyledim ve benim onunla ilgilenmediğimi anladığında bana, Yücel Bey: "Aferin, sen çok çabuk anlıyorsun. Ben seni sadece test ettim. Sen gemi hayatında çok başarılı olacaksın. Ama bu olaydan kimseye bahsetmezsen mutlu olurum" dedi.
Ben de ona bir daha hayatımın geri kalanında sizi görmezsem çok mutlu olurum dedim ve sonra da görmedim. Sözümü de şu ana kadar tuttum.
Otele gelişimden sonraki ikinci günümde Apollo Ship Chandlers'ın ofisine mülakata gittim. İngilizce konuşup konuşmadığım sorulduğunda gülerek İngilizce konuşamadığımı ve yabancı dilimin Fransızca olduğunu söyledim. Anladığım kadarıyla sonradan daha iyi tanıyacağım kişi bu gülümsemeyle İngilizceye gerek yok dedi ve işe alındığımı söyledi. 5 gün sonrası için gemiyle buluşmak üzere Jamaika'ya gidiş biletimi verdi. 9 kişilik bir grup halinde otelden Miami havalimanına Jamaika'ya uçmak için gittik.
29 Ağustos 1989 - Montego Bay, Jamaica Grupta sadece iki Türk kızdık, gerisi erkekti. Bir tanesi Fransız asıllı Kanadalıydı ve bana yol boyunca çok yardımcı oldu. Gruptaki diğer üyeler de Filipinliydi. Kanadalı çocuk Bob Marley'in ülkesine gittiğimiz için
çok heyecanlıydı ve yol boyunca Bob Marley şarkıları söyledi. Uçaktan indiğimiz zamanki şaşkınlığımı hiçbir zaman unutamam. Hayallerimdeki Jamaika ile gerçekler birbirini tutmamıştı. Kapısı açılmayan bir taksiye pencereden binmek zorunda kalmıştık. Limana doğru giderken yollarda inekler sanki Anadolu'nun en ücra köşesindeki bir köy kasabadını hatırlatıyordu. Boğazımda bir yumruk ağladım ağlayacağım "Nereye geldim ben?!" diye sorguluyordum. Gemiye geldiğimizde yemekhanede beklememiz gerektiği söylendi. Sonradan bar müdür yardımcısı olduğunu öğrendiğim bir kadın geldi ve üniformayla tepsi verdi ve saat 5'te Anchor Lounge'da hazır olmam gerektiğini söyledi. Ben ne söylediğini tam anlamadım ve yanımdaki kıza Türkçe olarak sordum. O zaman arkadaki gruptan iki Türk çocuk yanımıza geldi ve Türk müsünüz diye sorduktan sonra gemide 42 tane Türk olduğunu söyledi. Sonra benim odama gitmeme yardım ettiler. Odaya gittiğimde bir kız bana ranzanın üstünde yatacağımı söyledi. Ben gözyaşları içinde üzerimi çıkarırken bana nereli olduğumu sordu. Ben Türkiyeli olduğumu söyleyince çok şaşırarak bir iki kere daha sordu ve sonra kendisinin de Türk olduğunu söyledi. Ağlamayı unutarak başladım konuşmaya. O da benden sadece iki hafta önce gelmişti. Ben İngilizce problemim olduğunu söyledim. O da idare ettiğini söyledi. İlerleyen zamanlarda onun aslında İngilizce bilmediğini anlayacaktım ve bu yüzden gemiden ayrılmak zorunda kalacaktı. Ben ise İngilizce bilmediğimi her yerde duyurduktan sonra
yeni işimi kaybetme korkusu yaşadım ancak bu işi kaybetmemem gerektiğini açıkladıktan sonra benim İngilizce konuşabildiğimi fark ettiler ve gemide kalmama karar verildi. Bu geminin ana limanı Montego Bay idi ve buradan Ocho Rios'a geçiyorduk. Bir gün denizde geçirdikten sonra Grand Caymen Adası'na gidiyorduk. Sonraki gün yine denizde geçiyordu ve son olarak Panama'ya geçiyorduk. Buradan sonra da yine Montego Bay'e geri dönüyorduk. Bir haftalık programımız böyleydi. İkinci haftada ise farklı bir rota izliyorduk. Montego Bay'den başlayıp Saint Martin, Saint Thomas, Puerto Rico ve tekrar Montego Bay'de bitiriyorduk. Üç ay boyunca bu şekilde devam etti. Sonrasında Montego Bay, Ocho Rios, Aruba ve Curaçao, Montego Bay rotasına geçtik. Bu ilk kontrat süresince üç ayda bir geminin rotası değişti. Son üç ayımda ise New York ve Kanada yolculuğu yaptık. New York'tan başlıyorduk, Port Canaverall ,Charlottetown, Bar Harbor, Boston, Sydney. Halifax ve Montreal gibi limanlara uğruyorduk.
Halifax, Titanic'e duydugum aşırı ilgiden dolayı en sevdiğim limanlardan birisidir. Her hafta Halifax'da o felaket gününü içimin derinliklerinde hissederek tekrar tekrar yaşadım. 11 ayın sonunda kontratımı tamamlayıp Türkiye'me döndüm. Beş haftalık tatilden sonra ikinci kontratım başladı.
Advertisement
Tot: 0.078s; Tpl: 0.012s; cc: 8; qc: 42; dbt: 0.0349s; 1; m:domysql w:travelblog (10.17.0.13); sld: 1;
; mem: 1.1mb