ORTAYA KARISIK


Advertisement
United Kingdom's flag
Europe » United Kingdom » England » Greater London
March 5th 2012
Published: June 22nd 2017
Edit Blog Post

Geo: 51.5002, -0.126236

GÜN 4,GÜNLERDEN PAZARTESİ:
Sabah güzel bir kahvaltı yaptık...
Hava pırıl pırıl güneşli..
Istanbul'u karlı bırakmıştık.
Ağlamış suratlı İngiltere pırıl pırıl güneşli...
Bir terslik var ama nedir ? çıkaramadım.....
Önce St Paul katedralini ziyaret edelim dedik...
Saint Paul Katedrali ,Londra'da bulunan bir Anglikan katedrali ve Londra Piskoposu'nun merkezidir.
Günümüzde hizmet veren katedral binasının inşa edilişi 17. yüzyıla kadar dayanmaktadır.
Yıklılıp yeniden yapılanlar sayılmazsa, bu katedral Londra'da bulunan beşinci Saint Paul Katedrali'dir.
Bugün gerek yerli, gerek yabancı turistler tarafından, kentin en çok ziyaret edilen yerlerinden biridir.
Dördüncü St Paul Katedrali, veya 19. yüzyıl adlandırmalarıyla Eski St Paul ya da Büyük Yangın öncesi St Paul, 1087 yılında çıkmış olan bir yangından sonra Normanlar tarafından yapılmaya başlandı.
2 yüzyıl boyunca ayakta kalan katedral 1136'da bir başka yangında kül oldu.
Üstü tahtadan yeni bir çatıyla kapatılarak tekrar hizmete girdi.
1256'da kökten bir genişleme ve yenileme çalışması başladı.
Bu çalışma da 1314'de bitti.
Bu hâliyle katedral Avrupa'nın en yüksek üçünü kilisesiydi.
Yapılan araştırmalarda katedralin kuleleriyle birlikte toplam uzunluğunun 149 metre olduğu hesaplandı.
Yüzyıllarca hizmet veren katedralin kulesinin baş kısmı
bir yıldırım düşmesi sonucu tahrip oldu.
(Mutlaka bir şeyleri ters yapıyorlardır ...Allah cezalarını veriyor)
Bu Katolik ve Protestanlar tarafafından Tanrı'nın bu mezhepten hoşnutsuzluğunu dile getirmesi olarak yorumlandı.
Katedral 1666 yılında çıkan Büyük Londra Yangını'nda bütünüyle yıkıldı.
Bütün şehri etkisi altına almış olan Büyük Londra Yangını, önüne her gelen yapıyı yok ediyordu. Herkes eski St. Paul Katedrali'ni kalın taş duvarları ve doğal bir set görevi gören çevresini kuşatmış boş kent meydanı ile yangından zarar görmeyecek, kesin güvenli bir sığınak olarak görmekteydi. Bu nedenle yangın yayılmaya başladığından itibaren insanlar değerli mal ve eşyalarını buraya getirdi. Normal alanları eşyalar ile dolu olan katedralin bodrumu da Paternoster Meydanı'ndaki kitapçı ve basımevlerinin tıka basa istiflenmiş stokları ile doluydu. Katedral binası onarım görmekteydi ve 4 Eylül 1666 Salı gününün akşamı alevlere teslim olacak olan tahtadan yapı iskeleleriyle çevriliydi.Alevler katedrale ulaşarak iskeleyi tutuşturdu ve iskeleden sıçrayan alevler ile ahşap çatı kirişlerini tutuştu. Daha sonra alevlerin ısısından dolayı katedralin kurşundan yapılmış çatısı erimeye başladı, ardından kitap ve kâğıt stoklarının bulunduğu deponunda alevlere teslim olması ile katedral bütünüyle alevler içinde kaldı. Katedral kısa süre içinde, içindeki tüm stok ve değerli eşya ile birlikte bir enkaza dönüştü.1668 yılında, kentte başlatılan bayındırlık çalışmaları çerçevesinde yıkılmış katedralin
onarım görevi diğer 50 mahalle kilisesi ile birlikte Christopher Wren'e verildi. Bir önceki katedralin plan ve çizimlerine göre, eski katedralin üzerine bir yenisini inşa etme önerisi 1669 yılında reddedildi. 1670 - 1673 arasında tasarladığı Yunan Haçı biçimindeki çizimlerde çok radikal olduğu gerekçesiyle geri çevrildi. Üçüncü ve kabul gören tasarımın yapımına 1675 yılının haziranında başlandı. Yeni katedralin eskisine göre daha küçük kubbeleri vardı. Wren, II. Charles'dan aldığı izin doğrultusunda süsleme amaçlı olarak tasarımda değişiklik yapma hakkını aldı. Pek çok değişiklik yaparak yapının bugünkü hâlini almasını sağladı. Sade İngiliz barok tarzında süslenen yapının kubbesi Roma'daki St Peter Katedrali'ninkinden esinlenerek yapılmıştır. Tepesindeki haç ile birlikte uzunluğu 108 metredir. Biri büyük, ikisi küçük toplam üç kulesi vardır. Katedralde ilk ayin 2 Aralık 1697 yılında yapılmış olsa da, katedral resmî olarak 20 Ekim 1708 tarihinde mimarı Christopher Wren'in 76. doğum gününde açıldı.
Katedral ziyarete açık ...gezildi fotolar alındı ve oradan Trafalgar Meydanına geçtik...
Trafalgar Meydanı, Londra'nın merkezinde, National Art Gallery'nin (Milli sanat Galerisi) ana giriş kapısının baktığı önemli meydan. Adını, Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz donanmasının Fransız ve İspanyol donanmalarını madara ettiği Trafalgar Savaşı'ndan alır. İlk adı IV. William meydanıydı. Bugünkü adı George Ledwell Taylor tarafından önerildi.1820'de IV. George tarafından alanın düzenlenmesi için dönemin peyzaj
mimarlarından John Nash görevlendirildi. Charing Cross bölgesinin yeniden yapılandırılması planı doğrultusunda, Nash Trafalgar meydanı'ndaki pek çok binayı yıktırdı. Meydanın bugünkü son haline ulaşması ise 1845 yılında ingiliz mimar Charles Barry'nin yaptığı çalışmaların sonucu oldu.Burası İngilizlerin yılbaşılarını kutladıkları,maç sonrası kurtlarını döktükleri alan..Meydanda dev aslanlar var..Herkes bir kez yanına tırmanmak için mutlaka bir girişimde bulunuyor..Bir kısmı tırmanamadan düşüyor.... bir kısmı tırmanmayı başarıyor..FB liler genelde aslanın arkasına geçerek yarı pornografik fotolar çekebiliyor...
Meydan da sutunun tepesinde, Nelson gururla etrafını seyrederken altta kalmış bir çok heykel'in kahramanı büyük eziklik hissetmektedir...yazık oluyor bu ufak tefek kahramanlara...Bu Amiral Nelson ,bizim için önemli...
A. Horatio Nelson Napolyon Savaşlarında savaşmış İngiliz deniz subayıdır. Norfolk'da doğup Trafalgar savaş sırasında hayatını kaybetmiştir. İngilizlerin ünlü denizcisidir. 47 yaşında ölmüştür. 1771-1805 yılları arasında denizcilik yapmıştır.Napolyon'nun Mısır'ı işgali sırasında Osmanlı Devleti'nin İngiltere'den yardım istemesi sonucu bölgeye gitmiş ve Fransız donanmasını imha etmiştr.Ama Nelson'ın Fransız donamasını imha etmesi kolay olmamıştır.Öyleki iki donanma bütün Akdeniz'de bir köşe kapmaca oynamıştır.Hatta Nelson Fransız donanması bulmak için bir ara Cebelitarık Boğazı'nı geçip Fransız donanmasını okyanusta aramış ve bir keresinde de yoğun sis dolayısıyla hemen yanından geçen Fransızları görememiştir.Osmanlı Devleti de Nelson'a bu üstün hizmetinde dolayı Osmanlı Nişanı vermiştir ve bu şekilde ilk defa bir yabancı komutan bu nişanla
onurlandırılmıştır.Nelson'ın birçok resminde yakasındaki ay yıldızlı Osmanlı Nişanı açıkça görülmektedir.Nelson değişik bir komutandır.Katıldığı birçok savaşta düşman gemisinin güvertesine korkusuzca atlayıp,savaşmış,askerlerini cesaretlendirmiştir.Bu şekilde birçok savaş kazanmış,rütbesi yükselmiş ama organları azalmıştır.Öyleki Nelson bu savaşlar sırasında sağ kolunu,sol gözünü ve sağ kaşının yarısını kaybetmiştir ama cesaretinden hiç bir şey kaybetmemiş aynı azim ve şevkle savaşmıştır.Öyleki yine bir savaş sırasında düşmanın ateş gücünün yüksekliği karşında ana gemiden bütün gemilerin geri çekilmesi ,ışıklar yardımı ile gemilere mesaj iletiliyor.Nelson bu durumu görüyor ama savaşa devam ediyor.Yanında yardımcısının uyarısı üzerine eline dürbüne alıyor ve görmeyen sol gözünün üstüne dürbünüyü koyuyor ve "Ben bir şey görmüyorum." deyip savaşa devam etmeleri için emir veriyor.Petkası sağlam bir İngiliz...Osmanlı başka türlü bu nişanı verir mi ? Haliyle Meydanın tepesine dikmişler adamı...Bir taraftan rahmetli İnönü'yü hatırladım.O da istemediğini duymazdı...
Oradan St James caddesinden yürüyerek Westminster'e akıyoruz...sağda Kıraliyet atlı muhafız alayı'nın yeri var.Tesadüfen gösteri saatine denk düştük... 1745'yılında kurulmuş bu alan, bu yaz XXX.cu 2012 Olimpiyatlarında plaj voleybolu oyunlarına ev sahipliği yapacaktır. 15.000 kişi kapasitelidir.Pırıl pırıl bakımlı atlar ve parlak kılıç ve koşumları ile atlı muhafız alayını izlemeğe çalışırken, atın birisi sürücüsünü cumburlop tepeden aşağı yuvarladı.. Genç binici savrulan kılıcını toparladı ve karizma çizilmesini müteakiben atın gerisinden izleyerek ahıra yöneldiler..Söylemesi ayıp ,ben
eski bir at binicisiyim ..At binenler için attan düşmek esastır ve bunun üzülecek bir tarafı yoktur...Bindiğin gibi inersin de..Ama seyirci önünde olunca, delikanlı biraz üzüldü anlaşılan.. Oradan az daha ileride Dawning caddesine geldik..Burası İngiltere başbakanlarının evlerinin bulunduğu sokak .David Cameron'u bir ziyaret edelim ...Londra ya kadar gelmişken ,ayıp olur...çiğnemiyelim dedik...Obama ile buluşacakmış....eh başka sefere dedik...bizden günah gitti....Bu sokağın 10 numarasında Başbakanlar oturuyor..İngilizler ,"Mağrur olma Başbakanım ,halkın arasında otur" mesajını veriyorlar.Her ne kadar yol bugün korunuyor ve halka kapalı olsa bile ..Ev ,kesinlikle "orta direk" evi..Fotoları çektik ve Westminster' e vardık.Ayşecik yoruldu onu bir cafeye bırakıp köprünün diğer yanında bulunan London Eye ( Londranın Gözüne) doğru yöneldik...London Eye (ya da Millenium Jant olarak da bilinir), 135 metre yükseklikte, Avrupa'da bilinen en yüksek dönme dolabıdır. Birleşik Krallık'ın en popüler turistik mekanı olmak üzere yılda üç milyona yakın turist ziyaret eder. Biz de sürüye katılalım dedik...Bir turun fiyatını görünce ve bu turu üstelik ayakta yapmak zorunda oluğumuzu öğrenince ...Kalsın,almıyalım dedik...Ayşecik'le buluştuk..Geçen gelişimizde Leicester'de harika bir pizzacımız vardı.."Hadi gidip onu bulalım" dedim..Maaalesef yok olmuş...ya işleri büyüttü ,başka bir yere taşındı ve ya gelişen Güney Asya saldırılarına karşı koyamamış..O yol Thai,Çin,Suşi olmuş...İtalya alan kaybetmiş...
Yemekten sonra dinlensin diye, Ayşe'yi otele yolladık ve bizler Holborn'da British
Museum'a yollandık..British Museum, İngiltere'nin Londra şehrinde Dünya'nın her yanından getirilen seçkin Eskiçağ yapıtları ve etnografya koleksiyonlarını kapsayan müze.British Museum, hekim ve doğabilimci Sir Hans Sloane'un (1660-1753) biriktirdiği ünlü bir kitap, elyazması ve doğa tarihi nesneleri koleksiyonunun hükümet tarafından satın alınmasıyla 1753'te kuruldu. Oxford kontları Edward ve Robert Harley'nin daha önce miras bıraktıkları önemli elyazması kütüphanesi ve Sir Robert Bruce Cotton'ın (1571-1631) bağışlamış olduğu elyazmaları, sikkeler ve antikalar da Sloane koleksiyonuna katıldı. II. George'un, Krallık Kütüphanesi'ni 1757'de armağan etmesinden iki yıl sonra müze, Bloomsbury'deki Montagu House'da halka açıldı.19. yüzyılda arkeolojiye ilgi artınca, British Museum, armağan, satın alma ya da çalma-kaçırma (özellikle Anadolu'dan) yoluyla Eskiçağ'la ilgili paha biçilmez yapıtlar elde etti. Atina Akropolis'indeki klasik Yunan heykellerinin (Elgin mermerleri) 1816'da elde edilmesi buna örnek verilebilir. 1823'te III. George'un kütüphanesinin alınmasıyla genişleyen koleksiyon için daha geniş bir yer gereksinmesi doğunca, tasarımını Sir Robert Smirke'ün yaptığı günümüzdeki yapı, 1847'de Montagu House'un yerini aldı. Müzenin başkütüphanecisi Sir Anthony Panizzi'nin çizdiği planlara göre yapılan dev kubbeli kütüphane on yıl sonra tamamlandı. Müzenin doğal tarih koleksiyonu, 1883'te Güney Kensington'a taşınarak Doğa Tarihi Müzesi (Natural History Museum) adını aldı. British Museum'daki ve öbür kütüphanelerdeki elyazması ve basılı kitap koleksiyonlarının bir araya getirilmesiyle de 1973'te British Library (Britanyalı Kütüphanesi) oluşturuldu....
Eşim Ayşe ile burasını yıllar önce ziyaret ettiğimde, ülkemden yapılan yağmanın karşısında nutkum tutulmuştu...Hırs ,kin ,çaresizlik ve boyun eğmişlişin dayattığı acılarla bayağı gözyaşı dökmüştük...Daha sonra konu hakkında çok düşündüm..Ülkemde mevcut eserlere reva görülen muameleye tanık oldum...bu konulara karşı yeteri kadar hassas olmadığımızı saptadım...Bu eserlerin sahibi olmadığımız gibi ,sahibiymiş gibi davranmadığımızı anladım..
Acaba bu eserler buralara getirilerek bir anlamda kurtarılmışlar mıdır ? yoksa bu eserler ingiliz hırsızlığının sonsuza dek kayıt altına alınması mıdır ? tam kestiremiyorum...Müzeyi gezerken önümde yürüyen Mısırlı gurubun dilini anlamıyorum ama hareketlerini iyi anlıyor ve gözlerindeki çaresizlik ve üzüntüyü herkesten çok hissediyorum...Sevinilecek tek husus Türkiye'den arakladıkları bölümü küçültmüşler veya utandıkları için başka yerlere kaldırmışlar...Anadolu eserleri bölümü küçülmüş...hatta önemsizleşmeğe çalıştıklarını hissediyorum...Hırsızlığı telafi etmez ama hiç olmazsa giriş ücretsiz...Son söz :Hassas bir yapınız var sa gitmeyiniz...
Yakın bir tarihte ABD nin Irak'tan çaldığı "uygarlık tarihi" eserlerini, orada ki bir müze de görmeyi umuyorum...Hani demokrasi getirirlerken karşılığında aldıkları eserleri...
Sormak istediğim tek soru :Yatacak yeriniz var mı ?
Çıkışta Otobüsle Russell meydanı, oradan metro ile Queensway 'e vardık..Yoruldum ve vitamin satın almanın yararlı olacağı kanaatindeyim...Biraz dinlendikten sonra saat 20:00 gibi ailecek buluşup yakındaki Bella Italia zincirinin lokantasına gittik.Güzel içki ve güzel bir yemek ...otele yürüme mesafesindeyiz ...dönüp yattık...
Her ihtimale karşı günü toparlayan bir Video hazırladım ....


Advertisement



Tot: 0.306s; Tpl: 0.049s; cc: 6; qc: 27; dbt: 0.0525s; 1; m:domysql w:travelblog (10.17.0.13); sld: 1; ; mem: 1.2mb