Advertisement
Published: August 24th 2008
Edit Blog Post
Riga'da geçirdiğimiz 4 günden sonra bir minibüse ( Letonya'da şehiriçi dolmuşlar ve bizdeki gibi şehir merkezinden ilçelere giden minibüsler var) binip orman içinde bir yerleşim merkezi olan Siguldaya gittik. Otobüs terminalinin hemen yanındaki oteli pek beğenmedik. Daha önce Lonely Planet'ten baktığımız otellerden biri olan Villa Alberta'yı bulmak için elimizde harita sırtımızda kocaman sırt çantaları yürümeye başladık. Riga'dan da daha sessiz olan Sigulda'da ağaçlarla kaplı bir yoldan 15 dakika kadar yürüyerek Villa Alberta'ya ulaştık. Her odası farklı tarzda döşenmiş olan villanın bize ayrılan odası ise country tarzında döşenmiş, renkli ve çok şirin bir odaydı.
Odamızda biraz dinlendikten sonra karnımız acıktığı için tekrar şehir merkezine döndük. Şehir merkezinde sadece iki ya da üç tane restoran ve bir maxima market dışında bir kaç dükkan vardı . Kapanmak üzere olan bir self servis restorana girdik. Ben sadece bir bira aldım. Korcan her zaman ki gibi aç olduğu için yiyecek birşeyler de aldı. Televizyonda EURO 2008'de Türkiye'nin oynadığı maçlardan biri vardı. Biraz maçı izledik, ilk arada tekrar otele döndük. Eğlenmek ya da vakit geçirmek için gidecek hiç biryer yoktu. Ama asıl eğlence bir sonraki güne ayrılmıştı.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra bisiklet kiralayan bir dükkan bulduk ve 12-13 yaşlarındaki iki kızdan bisikletleri 1 günlüğüne
kiraladık. Milli parka doğru yola çıktık, bir süre sonra ana yoldan ayrılarak elimizdeki haritaya göre patikaya girdik. Yokuşlar, inişler, çıkışlar derin bir sessizlik serin bir hava herşey yolundaydı. Ta ki gökyüzü yeryüzüne savaş açmışçasına dolu yağmaya başlamadan önce. Bir anda dolu başladı ve öyle yoğunduki ormanın içinde tek yapabildiğimiz bisikletlerimizi daha hızlı sürmekti. Bir yandan dolunun altında ıslanırken bir yandan da çamurlukları olmayan bisikletlerimiz yüzünden paçalarımız, sırtımız çamur içinde kalmıştı. Yaklaşık 15 dakikalık bir sürüşten sonra bir kulübe bulduk. Orada biraz mola verdik üzerimizdeki kıyafetlerimizden en üstekileri çıkardık. Dolu önce yağmura dönüştü sonrada hafifledi. Biz de hemen yola koyulduk. Çok yakında bir köyde vardık, hemen bir market bulup sıcak kahve aldık. Tekrar güneş çıktığı için kıyafetlerimizi kurusun diye bisikletlerimizin üzerine bırakıp mola verdik. Ben elimde bisiketle merdivenlerden inip tekrar ormana girmek istemediğim için rotayı bırakıp anayoldan otele dönmek istedim. Korcan önce pek istekli olmasa da o da sonradan tamam dedi. Ana yoldan Turayda'ya (Turayda o yakınlardaki bir köy ve benim adını bir türlü ezberleyemediğim ve her seferinde başka bir şekilde söylediğim bir yer) ayrılan tarafa döndük ve yine de günün keyfini çıkarmaya çalışıp neşe içinde pedalı çevirmeye başladık. 10 dakika kadar yol aldıktan sonra yağmur önce çiselemeye sonra ise gökten
boşanırcasına yağmaya başladı. Artık bizde neşe falan kalmamıştı. Yolun kenarındaki bir kulübeye kendimizi zor attık. Ama bu sefer üstümüzdeki kıyafetler sırılsıklam olmuştu ve üşümeye başlamıştık. Otele gitmek için önce Turayda'ya ulaşmamız oradanda başladığımız noktaya yani Sigulda'ya ulaşmamız gerekiyordu. Yolun ne kadar süreceğini bilmemek de elimizi kolumuzu bağlıyordu. Yağmur biraz hafifleyince kulübeden başımızı çıkarıp yolun diğer tarafında çalışmakta olan adama patikadan tekrar ormana girip Sigulda'ya ulaşıp ulaşamayacağımızı sorduk. Ancak yüzerek geçebileceğimizi söyledi 😊) Tekrar yola düşüp Turayda'ya vardık oradan da yokuş aşağı rüzgara doğru Sigulda'ya ulaştık. Otele vardığımızda çamur içindeydik.
Bu kadar orman yeter diyerek ertesi sabah kahvaltıda tanıştığımız Amerikalı ve Avustralyalı iki bayanın tavsiyesi ile Cesis'e gitmek için otelden ayrılıp, bisikletlerimizi geri verip tren istasyonuna gittik. Ama Cesis'e gidecek olan trene 4 saat olduğu için Jurmala'ya gitmek için tekrar Riga'ya dönmeye karak verdik. Otobüs istasyonuna gittiğimizde biletçi kadın sert bir ifadeyle dışarı çıkıp sıra beklememizi söyledi. Otobüste en arka sıra bize kaldığından sırtımızda çantalarla arkaya doğru ilerlemeye çalıştık. Diğer yolcuların ne yardımcı olmaya çalışması ne de sırt çantasını resmen sürt sürte en arkaya taşırken hiç ses çıkarmaması Letonyalıların tipik bir özelliğini gösteriyordu. Kalabalık içinde farkedilmemeye, göze batmamaya çalışan insanlardı. Sanırım uzun süre işgal altında yaşamaktan kaynaklanıyordu.
Sigulda'daki iki
günümüzde böyle geçmişti. Bir sonraki durağımız Jurmala'ya doğru yoldayız.
Advertisement
Tot: 0.065s; Tpl: 0.012s; cc: 10; qc: 46; dbt: 0.0399s; 1; m:domysql w:travelblog (10.17.0.13); sld: 1;
; mem: 1.1mb